Yazıya geçmeden önce bisiklet yarışlarına aşina olmayanlar için bazı terimleri açıklamakta fayda görüyorum. Çünkü bu terimlerin ne anlama geldiğini bilmediğinizde hiçbir eğlence kalmaz ortada…
Bisiklet yarışı diyoruz da, burada bahsi geçen yarışlar hep ‘yol yarışları’ kategorisinden olacak. Bunun haricinde onlarca farklı yarış tipi de var çünkü, karışıklık olmasın.
- Bike Fit: Bisikletçinin duruşunu bisiklete ve bisikletin ölçülerini de bisikletçiye göre optimize etmek
- Sprint: Diğer tüm spor dallarındaki manasında aslında, süratin tavan yaptığı yarışlar, genellikle profilin düze yakın olduğu etaplara verilen isim. Yokuşçulara kıyasla daha ağır olurlar ve üst bacak kasları ile bilinirler.
- Yokuş: Genel profilin sert ve/veya hafif bir dizi iniş ve tırmanıştan oluştuğu etaplara verilen isim. Yokuş yarışçıları genel yarışçı profiline nazaran daha hafif ve nispeten kısa boylu olurlar.
- Nötral start: Sporcuların pedal basmaya başladığı ama hakem aracını geçemediği yarışın ilk kısmı
- Peloton: Yarış içinde oluşan ana grup
- Kaçış grubu: Yarışın başında pelotondan ivmelenerek kopan bisikletçi grubu. Çoğunlukla ara kapı puanlarını almak için, sponsorlarına daha fazla ekran süresi sunmak için (çünkü kaçış grubu televizyon yayınlarında daha detaylı çekiliyor.) veya günün kombativite ödülü için bisikletçiler kaçış grubuna girebilirler.
- Gruppetto: Özellikle yokuş etaplarında diskalifiye olmayacak bir zaman dilimi içinde kalarak yarışı geride bitiren bisikletçi grubu
- Domestik: Takım içinde özellikle lidere hizmet eden (rüzgarını kesen, su-beslenme desteği veren, teknik sıkıntı olduğunda bisikletini veren vb.) bisikletçiler
- Kombativite: Her etaba özel, o günün en çok savaşan sporcusuna verilen ödül
Çocukluk zamanlarımda, hatta neredeyse liseyi bitirene kadar havalar güzelleşince Ankara’da haftasonları ve yaz tatili boyunca hep bisikletin üzerinde olurdum. Üniversiteye geçince ilgi alanları biraz değişti ve nedenini bilmediğim bir şekilde bisikletten koptum. Ama içimde hep bir istek vardı. Hatta tam hatırlamıyorum ama 2009–2010 gibi Federasyon’dan hakemlik eğitimi ve sertifikası da aldım. Ama yarış zamanlarını bir şekilde denk getiremediğim için bisiklet yarışı hakemliği de rafa kalkan hayallerim arasında yerini aldı.
Bisiklet yarışlarını ilgiyle izlediğim zamanlardan sonra, 2018 yılı kasım ayında, yıllardır yazlık balkonunda yatmakta olan çocukluk bisikletim Bisan Eldorado’yu Ankara’ya getirdim. Nisan ayı gibi de havaların güzelleşmesiyle bakımları ve parça değişimlerini Red Bisiklet’te halledip yeniden eski günlere dönüş projesini harekete geçirdim. Şimdilik her şey tam istediğim gibi gitmiyor, ama umutluyum.
Bisikletle ilişkimin tarihi gelişimini öğrendiğinize göre esas konuya geçebilirim. Size bisiklet yarışı dinamiklerini anlayarak hayata bakışınızı nasıl değiştirebileceğinizi ve belki de (kendinizce) başarıyı nasıl yakalayacağınızı birazcık detaylandırmak istiyorum. Kahveler hazırsa, eğlence başlasın…
Bisiklet yarışı dendiğinde zamana karşı (bireysel, takım) ve normal etap yarışları şeklinde iki ana bölüme ayırabiliriz kabaca. Adından mütevellit, her bisikletçinin kendi başına bisiklet sürdüğü ve o etaptaki zamanının kriter olduğu yarışlara ‘zamana karşı’ etabı diyoruz. Aynı tip yarış takım şeklinde koşulunca oldu mu size ‘takım zamana karşı’. Diğeri de zaten en çok gözünüze çarpan bütün yarışçıların birlikte başladığı ve bitirdiği normal etap yarışı.
Hemen burada iki tip yarışta kullanılan ekipmanların neredeyse tamamının birbirinden bayağı bir farklı olduğunu söyleyelim. Zamana karşı bisikletleri, hatta yarışçı formaları ve kaskları bile, çok daha ergonomik olarak tasarlanıyor. Bu tip etaplarda bir saniyenin bile büyük önemi olduğundan her bisiklet, yarışçının ölçülerine göre özel üretiliyor. Yarışçılar (takım bütçesine de bağlı olarak) sezon öncesinde hatırı sayılır zamanlarını rüzgar tünellerinde geçirip, bisiklet üzerindeki duruşlarını milimetresine kadar optimize ediyorlar. (Bike fit aslında sadece yarışçıların değil bütün bisikletçilerin yapması gereken bir uygulama.)
Hal böyleyken tabii ki bisikletin, formanın, kaskın, teknik-yardımcı ekipmanın ve en son olarak da bisikletçinin ağırlığı da dikkate alınması gereken detaylar oluyor. Örneğin büyük turlarda yarışçılar zamana karşı etaplarında nerede su içecek ve nerede suluğunu atacak yarış öncesinde planlanır. Etap içinde yokuş kısmına gelmeden önce yarışçı fazla ağırlıklarından kurtulur ki eğimde daha az ağırlığı daha rahat şekilde çekebilsin.
Yandaki fotoğrafta gördüğünüz bir zamana karşı bisikleti, forması, kaskı ve duruşu. Hava direncini minimuma indiren bir donanım ve duruş sayesinde, minimum enerji ile maksimum yol alma niyetiyle yapılmış bir dizi optimizasyon görebilirsiniz.
Bisikletçilere ‘Modern Zaman Gladyatörleri’ dendiğini biliyor muydunuz? Bisiklet yarışı dinamiklerini göz önüne alınca fazlasıyla hak edilen bir ünvan, bana sorarsanız.
Bisiklet yarışı tiplerinin ikincisi normal etap yarışları, bütün bisikletçiler başlangıçta birlikte yarışa başlıyor ve bitiş çizgisini ilk geçen kazanıyor. Basit, değil mi? Aslında değil. Etap profili, hava durumu, takım psikolojisi, bisikletlerin bakımı, sizin kondisyonunuz, bir önceki gece uykunuz, sabah kahvaltınız, yarış öncesi antrenmanınız vb sayamadığımız onlarca farklı değişkenin tümünün doğru şekilde hizalanması gerekli ki, siz o yarışta başarılı olabilesiniz. İşte bu sebeple büyük turlara katılan takım bütçeleri tahmin edebileceğinizin çok üstünde seyrediyor. Bu sayede teknik, fiziksel ve ruhsal olarak bütün öngörülen sıkıntıları eleyebilecek profesyonellikte bir takım ve destek ekibi kurabiliyorlar.
Mesela her bir bisikletçinin tur öncesinde hangi gün, hangi öğünde ne yiyeceği, hem bisikletçinin damak zevki hem alması gereken besin değerleri hem ağırlığını koruması niyetlerini karşılayacak şekilde diyetisyenleri ve aşçıları ile birlikte kararlaştırılıyor. Her etap sonrasında bisikletçilerin özel masör/masözleri kas sıkıntılarını çözmek için yardımcı oluyor. Hatta zamanında Team Sky (şimdilerde Team Ineos) sporcularının birbirlerine bir şekilde hastalık geçirmesini engellemek için her bir sporcuya özel çamaşır makinesini de tur boyunca takım filosunda taşıyordu.
(Videoda bisiklet camiasının bu en önemli takımlarından Team Sky’ın (şimdilerde Team Ineos) filo turunu izleyebilirsiniz.)
Henüz yarışa başlayamadık. Ama bu kadardan bile başarıya giden yolun, doğru bir ekip, çok ciddi bir hazırlık dönemi ve tecrübe birikimi ihtiyacı olduğunu görebildiniz diye umuyorum.
Hazırlık demişken, ‘yüksek irtifa kampı’ diye bir şey duydunuz mu hiç? Hani sporcuların basit deyimiyle vücutlarının oksijeni en verimli şekilde kullanmasını öğretmek için yaptığı, kırmızı kan hücrelerini artıran antrenmanlar. Aranızda ‘The Armstrong Lie’ belgeselini izleyenleriniz varsa belki oradan hatırlayabilirsiniz. (İzlemeyenlere tavsiye ederim.) Sporcuların yüksek irtifada bir dizi antrenman sonrasında kanları alınıyor. Yarış zamanı geldiğinde de tekrar kendilerine veriliyor. ‘Kan dopingi’ deniyor bu olaya. Neler var değil mi? Güncel teknoloji ile bu irtifa kamplarına gitme durumu olmayan sporcular için aynı ortamı oluşturan çadırlar geliştirilmiş, bu çadırda uyuduğunuzda vücudunuzda benzer tepkiler oluşturabiliyorsunuz, hem de evinizden çıkmadan. Mükemmel değil mi? Ama kimileri de bunu hile yapmak olarak niteliyor. Karmaşık bir durum…
Sporcular başlangıç çizgisinde yerini aldığına göre yarışa başlamadan son bir kez de yarış filosuna bakalım, kimler var. Fotoğrafta da görünen kırmızı araba hakem aracı. Bunun yanında takım araçları beslenme, su ve teknik destek için bisikletçilerin arkasında gidiyor. Bir de nötr destek aracı, takım aracının yetişememediği bazı durumlarda sporculara takım ayırmaksızın destek veriyor. Diğer bir araç grubuna gelirsek güvenlik ekibinin, kamera ekibinin, hakemlerin ve yine nötr destek ekibinin motorize ekipleri oluyor.
Nötral start verildi ve yarış başladı. Potansiyel kaçışçılar hemen peloton önünde yerini aldı, start verilmesini bekliyorlar. Pelotonda sıkı bir yer kapma çabası görüyoruz. Herkes kendini güvenli bir çizgiye almak için uğraşıyor.
Ve hakem start veriyor. Kaçış ekibi hemen pelotondan kopuyor.
İsterseniz bu noktada yarış içindeki puanlama kategorilerine bakalım;
- Genel klasman: (Fransa Bisiklet Turu’nda Sarı Mayo) Bütün etap süreleri toplamına göre
- Genç klasman: (Fransa Bisiklet Turu’nda Beyaz Mayo) 25 yaş altı sporcular için bütün etap süreleri toplamına göre
- Sprint: (Fransa Bisiklet Turu’nda Yeşil Mayo) Tur boyunca sprint etap finişlerde ve ara kapılarda alınan puanlara göre
- Tırmanış (Dağların Kralı): (Fransa Bisiklet Turu’nda Kırmızı Benekli Mayo) Yokuş kapıları ve tırmanış etap finişlerinde alınan puanlara göre
Her etabın genel profiline göre olağan şüpheliler bellidir. Tırmanış etabında beklemeniz gereken şudur; Dağların Kralı olmaya uğraşan bir bisikletçi varsa hem etap kazanmak için hem de ara tırmanış kapılarından puan toplamak için hep önlerde olacaktır. Sprint etaplarında ise etabın son çeyreğinde favorilerin peloton önlerinde yavaş yavaş sprint trenlerini kurmaya başladığını görürsünüz ve peloton gitgide incecik bir ip gibi uzamaya başlamıştır bile.
Yarış başladı, kaçış ekibi oluştu. Her şey beklenen seyirde devam ediyor. Genellikle turların ikinci etapları itibarıyla genel klasman liderinin belli olması sonucunda, bu sporcunun bulunduğu takımı pelotonun en önünde görürüz. Sarı mayolu sporcu da maksimum enerji tasarrufu ve güvende kalmak için beş altı takım arkadaşının arkasında, onların rüzgar koridorunda gidiyor olur.
Burada yarış öncesine gidip bir detay vereyim. Her tur öncesinde takımların spor direktörleri o tur için takım liderini ve domestiklerini belirler. Aksi belirtilmedikçe de bütün sporcular bu yönlendirmeye uyarlar. (Hatırlayanlar olacaktır, Tour de France 2012’de Chris Froome bu sebeple takım lideri Bradley Wiggins’i bırakıp tırmanışa devam etmemiş, liderinin domestikliğini sürdürmüştü. Tur’u da ikinci olarak tamamlamıştı.)
Neyse, anılara girmeyelim. Kaçış ekibi tırmanış etaplarında potansiyel olarak etap birincisi çıkarmaya meyillidir. Ama bunun için grup içindeki rakip sporcuların birlikte çalışması, birbirini ‘çekmesi’ yani rüzgar koridoru oluşturması gerekir. Dolayısıyla yarışı kazanmak isteyen herkes, kendi rakipleri için de çalışmak zorundadır. Ekibi çekmeyenler geride kalmaya mahkumdur. Bu grubun yarış ilerleyişini izlediğimizde sürekli bir zincir misali önden arkaya doğru bisikletçilerin yer değiştirdiğine şahit oluruz. Rüzgarı alan bir süre sonra enerjisini tüketmemek için geriye bırakır kendisini, yerine yeni biri gelir. Bir nevi enerji kaynakları paralel bağlanmış olur ve genel kondisyona göre daha dayanıklı olan ve performansı düşmeyen bisikletçiler ise kozlarını (etaba da bağlı olmakla birlikte) son birkaç yüz metrede paylaşırlar.
Bu şekilde ilerleyen etaplarda son metrelere giren yarışçıların birazcık yavaşladıklarını gözlemleyebilirsiniz. Bunun sebebi kimin atak yapacağını kollamalarıdır. Her sporcu kendisini ve etap profilini bildiğinden, gücünü ve rakiplerinin durumunu tartar; nerede atak yapacağına karar verir ve sakince bekler. Bu süreçte önde gidenler değil, arkadan gelenler daha avantajlıdır. Çünkü hem önlerindekinin rüzgar koridorundan hala faydalanıyordur hem ne zaman atak yapacakları önlerindeki rakipleri tarafından kestirilemez. Atağa karşı tepki süresi de kazanma açısından çok önemlidir. Önde giden sporcunun atak yaptığı an, arkadaki sporcuların tepki süresi çok düşük olacaktır; bu yüzden başarılı olma ihtimali, önden atak yapan için daha düşüktür.
Tabii burada dış görünüşün verdiği psikolojik etkiyi de es geçmeyelim. Ne demek istiyorum. Siz bitkin düştüyseniz, formanızın önü açılmış, diliniz dışarıda, nefesiniz kesik kesik vb. hareketlerinizden artık gücünüzün kalmadığını hissettirirseniz; kaybedersiniz. Ama genel duruş olarak ne kadar dinç ve güçlü bir izlenim verirseniz, rakibinizin sizi tartması sonucu vereceği kararlar da değişeceklik gösterecektir.
Son metrelere girerken önde giden bisikletçinin, sürekli koridoruna girmeye çalışan arkasındaki bisikletçiden sağa veya sola hamle yaparak kaçındığını ve sürekli arkasına dönüp ne zaman atak yapacağını yakalamaya çalıştığını görürüz. Saliselik bir önem arzeden atak, önde izleyen rakibin geriye-önüne dönüş ritmi kestirilmeye çalışıldıktan sonra, tam bakışı bitirip önüne döndüğü ana denk getirilir. Rakibin ters tarafından atağa kalkan bisikletçiyi eğer rakibi yeterli tepki süresi içinde takip eder ve atağını karşılarsa, hala gücü de var ise finiş çizgisinde çekişmeli bir son ile günü tamamlar. Aksi halde belki de birkaç saniye fark ile ikinciliği kazanmış olacaktır.
Pelotonun hızına en önde çeken takım karar verir. Mesela günü kaçış grubuna bırakmak isteyen bir lider takım var ise kendilerini yormayacak bir tempoda gitmeyi tercih edeceklerdir. Ama peloton içinde bu tempodan memnun olmayan bir takım var ise birkaç sporcusunu öne, pelotonu çekmeye gönderecek ve ivmeyi artırmaya çalışacaktır.
Sprint etaplarının son birkaç kilometresi favori takımların sprint trenlerini oluşturmak için stratejik bir savaş vermesine sahne olur. Özellikle ivmeyi tavan yaptırarak bu trenleri kırmaya ve rakiplerini elemeye çalışan takımlar, pelotonu öylesine gaza getirirler ki adeta ip gibi uzun bir form alır. Etabın sonlarına doğru keskin dönüşlerin olması halinde pelotonun en önü, en güvenli yeridir. Kazalardan korunmak ve birinciliği almak için burayı kazanmak, omuz omuza bir çaba gerektirecektir.
Bütün bu süre içinde etap için takımın favorisinin, sprint treninin en arkasında veya korunma amacıyla bir önünde gidona yatmış şekilde tren koridorunda usulca aktığını görürsünüz. Hatta ve hatta takım lideri bu tip etaplarda, takımın etap favorisinin domestikliğini üstlenecektir. Ne kadar ironik değil mi? Takım liderisiniz, üstünüzde belki de sarı forma var ama sprint etabında domestik olarak görev alıyorsunuz.
Tren önünde enerjisini tüketmiş bisikletçilerin aniden pedal çevirmeyi bırakıp pelotonu engellemeyecek şekilde yolun zıt yönüne kaçtığında anlarız ki, O artık görevini tamamlamıştır ve yapması gereken tek şey etabı sağsalim bitirmektir. Peloton ise 60–70km hızlara ulaşmış, önüne geleni ezip geçecek bir canavar olmuştur. Bu şekilde bir yarışı izleme fırsatı bulduğunuzda, yanınızdan ‘vuuufff’ şeklinde geçen bu sporcu grubunun etkisiyle nabzınız ölçüm cihazlarının ayarını bozacaktır.
Videoda benim favorim olan sprinter Peter Sagan’ın kazandığı yarışları izleyebilirsiniz.
Bu video da en etkileyici finişler, tavsiye ederim.
Finiş konusunda yeterince detay verdim sanırım; şimdi biraz yarış içi dinamiklere dönelim istiyorum. İlk olarak takım içi ilişkilere bakalım. Takım liderimiz, domestiklerimiz ve takım aracında da takım direktörü ile teknik destek ekibi yarış filosu içinde bulunuyor. Bunlara ek olarak destek ekipleri de beslenme noktalarında bisikletçilere besin çantalarını iletiyorlar.
Yarışçılar ve takım araçları telsiz radyolar ile sürekli iletişimde. Ama onlarca bisikletçinin içinde olduğu pelotonda her bir bisikletçinin takım aracına ulaşmak için geriye düşmesi, besin ve su desteği alması ardından tekrar yerini yakalaması haddinden fazla bir enerji sarfiyatı ve bunun ötesinde çılgın bir karışıklığa sebep olacaktır. Bu durumun çözümü nasıl oluyor dersiniz? Domestikler tabii ki.
Önceden de söylemiştim, etap profiline göre sporcuların beslenme zamanları da belli oluyor, nerede hangi jel yenecek, nerede içecekler tüketilecek, nerede muz yenecek her şey belli. Bu zamanlar geldiğinde de domestiklerden biri, takım aracına ulaşmak için pelotondan geriye düşüyor. Tüm arkadaşlarının ihtiyaçlarını formasının içine, ceplerine, ve bisikletindeki suluk gibi tüm imkanlarını kullanarak topluyor. İvmelenip pelotonda takımına yetiştiğinde de gerekli dağıtımı hallediyor.
Peki takım aracı sadece beslenme-su desteği veya teknik destek mi veriyor? Bunların, takım aracında bulunanların görevlerinin büyük bir kısmını oluşturmasının yanında, bir de psikolojik destek ve moral verici olmaları da önemli bir detay. Takım aracından genellikle spor direktörleri sporculara sürekli olarak onları motive edecek şeyler söyler. Morallerini yükseltecek anlık datalar paylaşır. Çünkü yarış içinde sporcular kaçış grubu ne durumda, kim anlık olarak hangi pozisyonda, takımların pelotonda genel olarak duruşları ve yarış içinde aldıkları kararlar gibi konulardan haberdar olamıyorlar.
Öte yandan her etap sadece kaçış grubu ve peloton şeklinde form almıyor. Öyle etaplar oluyor ki tırmanışın şiddeti sebebiyle belki dört beş farklı grup oluşuyor. Bu durumda da her bir takım kendi genel klasman durumunu tehdit edecek bir atak gelmesi durumunda hemen geride kalan sporcusunu yetişmesi yönünde bilgilendirip moral vermek durumunda kalıyor.
Bu kısımda anlattıklarım için de size bir örnek video ekliyorum. Yarışa takım aracından bakalım bir de.
Domestik diyip duruyorum da, ne yapıyor bu domestikler? Su mu taşıyor sadece? Bazı deneyimli domestiklerin neredeyse bir futbol yıldızından yüksek miktarlara transfer olduğunu söylemek istedim şimdi. Domestik deyince hiç yarış takip etmeyen birisinin gözünde ne canlanır bilmiyorum ama şimdiye kadar söylediklerime birkaç detay daha ekleyeyim.
Her şeyden önce şunu bilmekte yarar var; Tour’u (Fransa Bisiklet Turu — Tour de France) bitirebilmek bile çok çok büyük bir başarı demek. Üç hafta boyunca sadece haftada bir dinlenme günüyle, ~3.500 kilometre bisiklet sürmek herkesin yapabileceği bir şey değil. Bu yüzden her bir bisikletçiye fazlasıyla saygı duyuyorum.
Domestik olmak için her şeyden önce Dünya’nın en dayanıklı sporcularının başını çekmelisiniz ki büyük turları bitirebilecek bir yapıda olun, takımda yerinizi alın. Bu zaten cepte. Yarış içinde takım liderinin, takım treninin güvenliği konusunda da çok önemli görevleriniz olacak. Yarım pedal basmak ve basmamak bile peloton içerisindeki pozisyonunuzu almanıza veya kaybetmenize sebep olabilir. Veya tepkiniz geciktiğinde rakibiniz takım treninizi bozabilir ve bütün planınız dağılmış olur. Güvenlik ve bütünlük bu sebeple büyük önem taşıyor.
Rüzgar kalkanı olma durumunu konuşmuştuk zaten. Etap durumuna göre özellikle de tırmanışlarda favoriler, artık kendi güçlerini patlatmaları gereken ana kadar mutlaka önlerinde bir domestik olmasına ihtiyaç duyarlar. Sprinterler patlayıcı gücünü finiş çizgisine kaç metre kala kullanırsa yarışı kazanacağını bilir ve domestikler oraya kadar önünde bulunur. Diyelim de bir şekilde domestiklerinde eksik oluştu ama hala da bir kilometre ihtiyacı var; hemen bir rakibinin koridoruna girip onu kendine domestik yapar. Patlayıcı gücünü kullanacağı mesafeyi yakaladığı anda da atağını yapar ve izleyicilere seyir zevki üst düzey olan birkaç dakika sunar.
Peki Tour’u kazanmak için ne gerekir? En önemli soru bu bence. Bir bisikletçi neye sahip olmalı ki özellikle Tour’da üç hafta sonunda sarı mayoyu sırtına giyebilsin. Etap kazanmadan da tur kazanılabilir, bunu anlamak ilk etapta biraz zor oluyor ama bütün olay matematik aslında. Her etap sonunda zamanlarınız eklenerek (bazı etaplarda finişlerde bonus zamanlar oluyor.) bir genel klasman listesi ortaya çıkıyor.
E etap kazanan bir bisikletçi başka bir etapta sizden yirmi dakika geride bitirmiş. Bir diğeri başka etapta sizden on dokuz dakika geride bitirmiş. Bu şekilde düşündüğünüzde favorilerin etap kazanmanın değil, genel klasman içinde rakiplerine kıyasla daha önde bitirmenin peşinde olduğunu görürüz. Yani nihai amaç, ki bu durumda Tour podyumu, günlük etap kazanma derdinin önüne geçer. Bir anda etap galibiyeti önemsiz bir detay oluverir. Haa etaplardan da birincilik alarak sarı mayo alınırsa, o ballı kaymak zaten.
Büyük yarışlarda her sporcunun kendi ajandası olur. Kimisi yeşil mayo peşinde koşar, kimisi liderini tırmanış zirvesinde birinciliğe taşımak için uğraşır, genç bir bisikletçi potansiyelini göstermek için kombativite ödülünü kovalar vs. Tek bir birincilik, tek bir başarı yoktur yani bisiklette. Onlarca belki yüzlerce değişkene göre, yarışları tamamlamış her sporcu başarılıdır; işin şov kısmı sebebiyle bazıları görünür, bazıları görünmez. Ama dediğim gibi herkes bilir ki genel klasman listesinde Tour’u ve diğer turları tamamlamış olmak başlı başına büyük bir başarıdır.
Konu biraz dağıldı hemen toparlıyorum. Siz sarı mayo kazanma potansiyeli olan bir bisikletçisiniz, kabul. Peki domestikleriniz yanınızda mı? Yarış arkası teknik ekibiniz size inanıyor mu? Doğru takımda mısınız? Sizin için doğru yarışta mısınız? Bunlar ilk etapta akla gelen sorular. Ama oturup hiç olmazsa bir kez büyük tur yayınını (İtalya, Fransa ya da İspanya) üç hafta boyunca izlerseniz; bunların aslında buz dağının kilometrelerce öteden görünen kısmı olduğunu anlarsınız. Hem sportif detayları hem sporcu detaylarıyla, her açısı hayranlık doğuran bir spor dalının ufak bir kısmı; yol yarışları.
Sadece bir spor dalından değil, komple bir kültürden bahsediyoruz aslında. Tour de France-Alpe d’huez etabında ‘Dutch Corner’ vardır mesela. Klasik haline gelmiş benzer birçok etabın belli noktalarında gerçekleşen ritüeller vardır. Final etabında ‘Norwegian Corner’ de onlardan biridir.
Rotanın geçtiği yerleşimler adeta bir bayram coşkusuyla hazırlanır, hatta yerel yönetimler komiteye rotanın kendi yerleşimlerinden geçmesi için ekstra birtakım ödemeler yapar. Yol kenarlarında kendi yöresine özgü kıyafetleriyle, pankartlarıyla, çalgılarıyla bisiklet severler sporculara destek olur. Helikopter çekimine göz kırpan devasa yerleştirmeler görürsünüz yayınlarda, tarlalara çizilmiş dev bisikletin tekeri gibi dönen traktörler görmek hiç şaşırtıcı olmaz mesela.
Özellikle tırmanış etaplarında hız daha düşük olduğundan yol boyunca yazılamalarla eğlenceye dahil olur seyirciler. Bisikletçilerin yanında onları gaza getirmek için bağırarak koşarlar. Bahsettiğim hız tırmanışta o kadar düşüktür ki bisikletçi yanında destek olan seyirci neredeyse bazı noktalarda yürüme hızındadır. Ve bütün üç haftanın geleneksel olarak taçlandırıldığı Champs-Élysées etabı olur ki, tadından yenmez.
Burada ritüelleri anlatmaya tabii ki devam etmeyeceğim ama belki merakınızı cezbeder diye bahsetmeden geçmek de istemedim. Size son iki video daha ekliyorum.
Dünya’nın en mükemmel spor dalından merak tohumları ekmek istedim aklınıza. Emin olun burada okuduklarınızın çok daha ötesinde incecik detaylarla bezeli bir olay dizisinden bahsediyoruz. “Bakın bisiklette şöyle oluyor, hayatta bunun karşılığı şudur.” gibi basit bir karşılaştırma yapmadan bir okuma yapmak istedim. Buradan sonrası sizde artık, hangi detaydan hayatınıza dair nasıl bir nokta seçersiniz; olaylara bakışınızı nasıl farklılaştırırsınız, size kalmış.
Ama şunu kesinlikle söylemeliyim; mutlaka ama mutlaka bisiklet turlarını, hiç olmadı tekrar yayınlarını, hadi en kötü Youtube’dan etap özetlerini izlemelisiniz…
Eyvallah.